1 Ekim 1912'de şair ve şaire bir anne-babanın evinde dünyaya gelen Gumilev, 15 Haziran 1992'de vefat etti. Edebiyatçı bir ailenin çocuğuydu ve bu aile, Rusya'da 1910'lı yılların edebiyatına damgasını vurmuştu. Annesi Anna Ahmetova, 1890-1900 kuşağı için dünyanın en seçkin şairelerinden biri olarak kabul edilmiştir.
1930'da üniversite müracaatı reddedildi. Gerekçe olarak, zengin bir ailenin çocuğu olması sebebiyle sosyalist sistemin düzenine ayak uyduramayacağı gösterilmişti. Hayatını devam ettirebilmek için Leningrad'da bir tramvay-transport deposuna işçi olarak girdi. Bir süre sonra işçi bulma kurumu vasıtasıyla Sovyetler Jeoloji Enstitüsü'nün jeolojik araştırmalar bölümünde bir kadro buldu.
Kıtlık yıllarının yaşandığı bu dönemde Rusya'nın öbür ucunda yaşayan Türk halklarının bakiyeleriyle yüz yüze geleceği bir imkân yakaladı ve Sayan eteklerine işçi olarak gönderildi. Bu işçilik günlerini, 1931 yazında Pamir'de yine işçi olarak geçireceği günler izleyecekti. Burada, Tacik ve Kırgızların dillerini öğrendi. Basmacı ne demek, burada duymuş; İsmaili mezhebine mensup insanlarla tanışmanın yollarını aramış; tarikat şeyhleri, dervişler, sufiler, kanun kaçakları ve maceraperestleri hep burada tanımıştı. Bir sonraki sezonluk işi Kırım'da yapılacak arkeolojik kazı ekibindeydi.
1934'de, 22 yaşına bastığında Leningrad Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü'ne öğrenci olarak kabul edildi. Ancak genç tarihçinin sevinci yarıda kalacak ve bir aile ortamında geçen sohbet sırasında sarf edilen sözlerden dolayı, bir muhbirin ifşasıyla tutuklanacaktı. Annesi A. Ahmetova'nın resmî mercilere yaptığı müracaat üzerine, yeterli delil olmaması sebebiyle, serbest bırakıldı ama fakülte kapısı yüzüne kapandı. Kısa süre sonra üniversitenin şarkiyat bölümünde işçi olarak çalışmaya başlayacak; boş zamanlarında ise, yeni çıkan yayınları takip edecekti. 1937'de üniversiteye tekrar kabul edildi. Artık sık sık eski Rus tarihiyle, Sibirya ve Moğolistan'ın eski Türk halkları üzerinde uzman olan profesör B. Grekoff ve S. Maloff'un karşısına elinde birtakım belgelerle çıkıyor, onlarla tartışıyordu. Ama şanssızlık paçasından yakalamıştı onu bir defa. Yine bir ihbar, yine bir tutuklanma ve beş yıl tecrit cezası aldı.
1943'te tutukluluk süresi bitti. Ama savaş patladığı için hemen askere alınmış ve sakıncalı olması sebebiyle ön cephede Belarus'a gönderilmişti. Elbe Nehri'ni kurşun yağmuru altında aşmayı başararak, Berlin'e kadar gitmiş; orada yakılıp, yıkılmış Alman şehirlerini, tarihî harabeleri görmüştü. 1945'te tekrar üniversiteye başvuran Genç Gumilev, giriş imtihanlarını başarıyla vermiş ve Fransızca, Almanca, eski Türkçe ve Latince bildiği, Hun ve eski Moğol medeniyetleri tarihi konusunda ihtisas sahibi olduğu için üniversiteye kabul edilmesine karar verilmişti. 1946'da Leningrad Üniversitesi, Şarkiyat Enstitüsü'nün burs imtihanlarını başarıyla vermişti. Bu defa, bilâhare Ermitaj Müzesi müdürü olacak Mihail İllarionoviç Artamonoff'un himayesindeydi ve onunla birlikte Ukrayna ve Gürcistan'da yapılan arkeolojik çalışmalara katıldı. Bunu, Sibirya'da yapılan çalışmalar takip etti ve Gumilev, üstadı Artamonoff'la birlikte ilk kez "eski Türk höyüklerini" inceleme imkânı buldu. Ama 1946'da aleyhinde düzenlenen bir raporla hem bursu kesildi hem de arkeoloji ekibinden kovuldu.
1948'de hayatının yeni bir safhasına başlayan Gumilëv, uzman tarihçi olarak S. Rudenko'nun Altaylar'da görev yapacak olan arkeoloji-etnografya heyetine katılma hakkını elde etti. Pazırık'ta yapılan kazılarda "İskit vahşi hayvan figürlerini" bulan ekipte olması Gumilev’e dünya çapında bir şöhret kazandırdı. Çünkü o sıralar, Maya ve Aztek kültürlerini keşfeden Avrupa ve Amerika'da, Avrasya bozkırının altın mirasına karşı hararetli bir ilgi vardı. 7 Eylül 1948'de, Altaylarda faaliyet gösteren heyetteki çalışmalarını sürdürürken, bir kez daha tutuklandı. Ama bu defa, yıllar sonra kendisinin de belirteceği gibi "annesi yüzünden" tutuklanmıştı. 1935'te kendisi, 1918'de babası, 1948'de ise annesi yüzünden ellerine kelepçe geçirilmişti. Ne var ki, bu sonuncu tutuklamanın faturası ağır oldu: 10 yıl!
1956'da ağır bir hastalığa yakalandığı sırada -ki artık 44 yaşındaydı- Stalin'in çıkardığı "Çocuk ebeveynin suçundan sorumlu değildir" genelgesiyle serbest bırakılarak, Petrograd'a döndü. Eski dostu Artamonoff burada onu güler yüzle karşılayıp hemen kütüphanede iş verdi. Ayrıca kütüphane bütçesinden doktora tezini tamamlaması için cüzi bir ödenek ayrıldı. Sıkı bir çalışma sonunda nihayet "Eski Türkler" adlı doktora tezi yayınlandı. Üniversite camiasında hayli yankı uyandıran bu eseri sayesinde, o güne kadar itilip kakılan Gumilëv, tekrar birinci derecede ilgi odağı olmuştu. Leningrad Üniversitesi rektorü, Gumilev’i fakültede işe aldı ve böylece 1986 yılına kadar istikrarlı bir çalışma hayatı başladı. 1986'da artık yaşlandığı bahanesiyle emekliye sevk edildi. Bir zamanlar çok genç, ondan sonra rejim muhalifi olduğu iddiasıyla yüzüne kapanan üniversite kapısı, şimdi de yaşlı olduğu bahanesiyle kapanmıştı.
Hiçbir şeyden yılmayan Gumilev'in akademik çalışmaları birbirini takip etti: Hunlar, Eski Türkler, Çindeki Hunlar, Hazarın Keşfi, Etnogenez, Hazar Çevresinde Bin Yıl, Eski Ruslar ve Büyük Bozkır, Rusiden Rossyaya, Muhayyel Hükümdarlığın İzinde, Sarı Haçlı Seferi veya İblis Nesli Efsanesi, Son ve Yeniden Başlangıç, Avrasya Trajedisi, Etnos, Tarih ve Kültürler; yerli ve yabancı ilmi dergilerde yayınlanmış yüzlerce makale.
1992 ortalarında gözlerini hayata yumdu. Ölümünden sonra sevenleri ve hayranları bir araya gelerek, bu filozof tarihçinin anısını yaşatmak için, "Gumilev Dünyası Vakfı" adı altında bir vakıf kurup, bütün eserlerini külliyat halinde yeniden yayımladılar. Gumilev, aynı zamanda iyi bir şair ve çok iyi bir mütercimdi. Gumilev’in eserlerinin dokuzu A. Ahsen Batur tarafından Türkçeye çevrilerek yayımlanmıştır.
Yükleniyor...